SONUNA KADAR OKUNMADAN ANLAŞILMAYACAK BİR YAZI
Çetin
Özek, fakültede hocamdı.
Kolunun
altında ders kitapları ve Ceza Yasası, anfinin kapısından girer, geniş
kürsüdeki masasına geçer ve ders sonuna kadar neredeyse hiç kalkmadan, bir
konferanstaymış gibi tane tane anlatırdı dersi. R’leri söyleyemediği için tatlı
bir pelteklikle konuşurdu. Mizah yönü güçlüydü hocanın. Bazen her hangi bir konuyu
anlatırken verdiği tepkilerden espri mi yapıyor yoksa ironik bir eleştiri mi
getiriyor anlayamadığımız için gülüp gülmemek arasında kararsız kaldığımız
olurdu. Kısa boylu, tonton bir adamdı dışarıdan bakınca. Kalın gözlüklü
camlarının arkasından gözleri adeta yuvalarından taşacakmış gibi görünürdü kimi
zamanlarda.
Ceza
Hukuku gibi son derece ağır ve sevimsiz bir dersi, öyle güzel anekdotlarla
süsleyerek anlatırdı ki, anfi, dersin gerektirdiği mecburiyetten çok ilgi ve
meraktan dolardı.
Hoca’yla
okul bittikten sonra da birkaç kez görüşme fırsatımız oldu. İstanbul Barosu’nda
Basın Hukuku Komisyonu’nun kuruluş çalışmalarına katılmıştım. 1999-2000 gibi
olmalı. İstiklal Caddesi’nin sonunda Tünel’e doğru, şahane bir
Salacak-Sarayburnu-Galata üçgenine hakim manzarasıyla çok şık döşenmiş bir
daireyi home-ofis olarak kullanıyordu. Ağır bir sürmenaj geçirmiş, yeni yeni
toparlanıyordu artık. Biraz daha yaşlanmıştı görmeyeli; ama muzip gözleri yerli
yerindeydi.
Hocanın
Basın Hukuku adlı kitabı, mesleği icra ederken basın ceza ve tazminat
davalarında başvuru kitaplarımdan biri oldu uzun süre.
***
Üzerinden
iki haftadan fazla zaman geçti. Sosyal medyanın hızı karşısında iki hafta tarih
öncesine tekabül eder. Ama benim zihnimin bir köşesini işgal edip duruyor o
twit işte. Hani Sırma Karasu isimli genç gazetecinin Hilal Kaplan’ı tahkir eden
o çok çirkin benzetmesi…
Sırma
Karasu’nun o çirkin benzetmesi öyle bir infial uyandırdı ki sosyal medyada,
birkaç saat içinde belki de binlerce tepki mesajı paylaşıldı. Tepkilerin
yoğunluğu karşısında Karasu önce hesabının ele geçirildiğini; Hilal Kaplan
adına üzgün olduğunu yazdı. Sonra çalıştığı gazeteden kurumsal bir açıklama
geldi; yazarın kendi yazarları olup olmadığını araştırdıklarını söylediler. Bu
açıklamanın altına iliştirilmiş bir mesaj dikkatimi çekti. Aşağı yukarı şöyle
bir şeydi; “Sırma Karasu’yu uzakta aramayın. Annesi Ayşe Özek Karasu
Gazetenizin Genel Yayın Koordinatörü” diyordu. Sırma Karasu’nun twitter
hesabına bakarak aşağı yukarı bir fikir edinmiştim. Doğrusu daha fazla
araştırma yapma gereği de duymamıştım. Ama annesinin ismi tanıdık gelmekle
birlikte yüzünü hatırlayamamıştım. Google’da bir tarama yaptım. Karşıma çıkan
özgeçmişte Çetin Özek’in kızı olduğu yazıyordu. Hay Allah!
Merakım
iyice arttı. Ayşe Özek Karasu’nun yazılarını okudum bir süre. Çok tatlı, yine
mizah yüklü, damıtılmış bir kültürle pek çoklarının dikkatini çekmeyen
incelikli meseleleri yine pek çoklarının görmediği açılardan yazan bir gazeteci…
Üstelik çalıştığı gazetenin yöneticilerinden.
Şuncağızı
da söyleyelim; Çetin Özek hoca, 12 Eylül Darbesi’nin gadrine uğrayanlardandı.
1402’liklerdendi, üniversiteden uzaklaştırılmış, sonra tekrar dönebilmişti. Bu
yüzden bizim de öğrencisi olduğumuz yıllarda düşünce ve ifade özgürlüğüne özel
önem atfederdi.
İmdi,
Çetin Özek’in torunu, o tatlı yazıların sahibi Ayşe Özek Karasu’nun kızı, müzik
yazıları yazan (burası önemli, herhangi bir sanat dalında yazan birinin sofistike,
incelikli, medeni olmasını bekliyor insan) Sırma Karasu o iğrenç benzetmeyi
yapabilmişti işte!
Ama
nasıl olur?
Sorunun
cevabını kestirmeden, “Beyaz Türklerin” her türlü özgürlüğü kendileri için
istediklerini söyleyerek verebiliriz. Hızımızı alamadığımızda, daha pek çok
sosyal, psikolojik tahlil de yapmak mümkün. Bu yorumlama bu kez içime sinmiyor,
bilmem neden?
***
Aynı
günün akşamı, çalıştığı gazete, Sırma Karasu’nun yazılarına son verdiğini
duyurdu. Genç gazetecinin yaptığı hatanın bedelini ödediğini düşünüp huzura
ermek de mümkün… Hayır, benim için öyle olmadı. O günden beri konu zihnimde dolanıp
duruyor. Oysa o gün, sosyal medyada konuyla ilgili tek bir yorum yapmamıştım.
İnsanlık çizgisinde bir yerde kopan bir bağ var ve benim için bu “bağ”, birkaç twitle saf
belirleyip öfkemi boşaltmaktan daha önemli.
Hala
düşünüyorum Sırma Karasu öyle bir twiti nasıl yazar diye...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder