Şimdiye dek hiç merak etmemiştim. Hayır, aklıma bile
gelmemişti doğrusu… Akşamın bu saati üşenmedim saydım; tam otuz dört katlı. Neredeyse
iki kat yüksekliğindeki girişi ve alttaki otoparkları da sayarsak herhalde kırk
katı buluyordur.
Karşımdaki devasa binayı, akşam karanlığında katları ayıran
ışıklarını izledim bir süre. Bitince kim bilir nasıl bir insan kalabalığına ev
sahipliği yapacak?
Aramızdan koca bir çevre yolu geçiyor ama elimi uzatsam
dokunacakmışım gibi yakın o koca kütle. Hani, insanlar oraya taşındığında
perdeleri kapatmak mecburiyetini duyuracak denli… Amaaan sen de, koca kentte
perdeleri çekmek de nereden çıktı? Üstelik burası bir işyeri kuzum?!
Evet ben de güldüm sonra aklımdan geçenlere, siz de
gülebilirsiniz; tam karşımda duran o devasa kütleye bakarken “bizim köyün iki
katı, ne ikisi dört katı insan alır burası yahu!” diye geçirdim aklımdan. Bu da
tuhaf, mekan algımı hala köy oluşturuyor. Oysa benim hayatım köyde değil, yazlar hariç tümüyle şehirde geçti… Köy muhayyel bir masal mekanıydı hep benim için. Sanırım
öyle olduğu için köyde geçirdiğim zamanlarda hep çok mutlu oldum. Annem bile
şaşırırdı buna;”Senin yerinde bir başkası olsa, bütün yazı köyde geçirmekten
şikayet eder dururdu. Sen bir tek kere huzursuzluk çıkarmadın.” demişti bir
keresinde.
Yolun karşısına dikilmiş bu koca kütleden önce, berrak
havalarda Adalar’a kadar görmek mümkündü pencereden. Yazmaktan ya da okumaktan
yorulduğumda başımı kaldırıp uzun uzun seyrettiğim ufuk çizgisi; Marmara’nın
maviliği üzerinden belli belirsiz görünen tepecikler. Evet Adalar tam da orası
işte! Şimdiyse iki bina arasından seçilen bir parça su!
Dün akşam “Anneannemle Büyükbabam nasıl tanışıp evlenmişler
teyze?” diye sordu Gökhun. Sonra kendisi de gülümsedi sorduğu soruya, “yaa evet
akrabaydılar değil mi?”
Ah evlat, sen yıllar önce de gaz lambası nedir diye
sormuştun bana…
Hangi habere baksam bir acının fotoğrafına rast geliyorum.
İçimin tenhası da kalmadı ki dönüp saklanayım. Dün Twitter’da rast geldim; “kalbimin
kemiği olsa kütürdetip rahatlayacağım” diyordu biri. Nasıl işledi içime bu söz
bilemezsiniz. Kalbin ağırlaşması gibisi var mı? Zor taşınıyor, kendimden
biliyorum.
Annemin zamanında Twitter yoktu Erenler.
“-Anne, A harfini yazsana Allah aşkına, bakalım unutmuş
musun?”
(Okuyana not: küçük değil büyük A efendim.)
“-Yoook hiç unutmam! Dayın okula başladığında, gardaşım ne
öğrendin bana da öğretsene dedim de o da A yazmayı gösterdiydi işte.”
(Sonra sağ elin işaret parmağıyla uygun bulunan düz zemine A
harfi çizilir.)
Ve ben hayatta insanlık namına ne öğrendimse önce annemden
öğrendim. Şaşırdınız mı? Şaşırmayın. Hala şaşıranlar varsa gitsin Celal Şengör
okusun!