23 Kasım 2015 Pazartesi

BAŞLIĞI BULUNAMAYAN YAZILAR - 2

Şimdiye dek hiç merak etmemiştim. Hayır, aklıma bile gelmemişti doğrusu… Akşamın bu saati üşenmedim saydım; tam otuz dört katlı. Neredeyse iki kat yüksekliğindeki girişi ve alttaki otoparkları da sayarsak herhalde kırk katı buluyordur.

Karşımdaki devasa binayı, akşam karanlığında katları ayıran ışıklarını izledim bir süre. Bitince kim bilir nasıl bir insan kalabalığına ev sahipliği yapacak?

Aramızdan koca bir çevre yolu geçiyor ama elimi uzatsam dokunacakmışım gibi yakın o koca kütle. Hani, insanlar oraya taşındığında perdeleri kapatmak mecburiyetini duyuracak denli… Amaaan sen de, koca kentte perdeleri çekmek de nereden çıktı? Üstelik burası bir işyeri kuzum?!

Evet ben de güldüm sonra aklımdan geçenlere, siz de gülebilirsiniz; tam karşımda duran o devasa kütleye bakarken “bizim köyün iki katı, ne ikisi dört katı insan alır burası yahu!” diye geçirdim aklımdan. Bu da tuhaf, mekan algımı hala köy oluşturuyor. Oysa benim hayatım köyde değil, yazlar hariç tümüyle şehirde geçti… Köy muhayyel bir masal mekanıydı hep benim için. Sanırım öyle olduğu için köyde geçirdiğim zamanlarda hep çok mutlu oldum. Annem bile şaşırırdı buna;”Senin yerinde bir başkası olsa, bütün yazı köyde geçirmekten şikayet eder dururdu. Sen bir tek kere huzursuzluk çıkarmadın.” demişti bir keresinde.

Yolun karşısına dikilmiş bu koca kütleden önce, berrak havalarda Adalar’a kadar görmek mümkündü pencereden. Yazmaktan ya da okumaktan yorulduğumda başımı kaldırıp uzun uzun seyrettiğim ufuk çizgisi; Marmara’nın maviliği üzerinden belli belirsiz görünen tepecikler. Evet Adalar tam da orası işte! Şimdiyse iki bina arasından seçilen bir parça su!

Dün akşam “Anneannemle Büyükbabam nasıl tanışıp evlenmişler teyze?” diye sordu Gökhun. Sonra kendisi de gülümsedi sorduğu soruya, “yaa evet akrabaydılar değil mi?”

Ah evlat, sen yıllar önce de gaz lambası nedir diye sormuştun bana…

Hangi habere baksam bir acının fotoğrafına rast geliyorum. İçimin tenhası da kalmadı ki dönüp saklanayım. Dün Twitter’da rast geldim; “kalbimin kemiği olsa kütürdetip rahatlayacağım” diyordu biri. Nasıl işledi içime bu söz bilemezsiniz. Kalbin ağırlaşması gibisi var mı? Zor taşınıyor, kendimden biliyorum.

Annemin zamanında Twitter yoktu Erenler.

“-Anne, A harfini yazsana Allah aşkına, bakalım unutmuş musun?”
(Okuyana not: küçük değil büyük A efendim.)
“-Yoook hiç unutmam! Dayın okula başladığında, gardaşım ne öğrendin bana da öğretsene dedim de o da A yazmayı gösterdiydi işte.”
(Sonra sağ elin işaret parmağıyla uygun bulunan düz zemine A harfi çizilir.)


Ve ben hayatta insanlık namına ne öğrendimse önce annemden öğrendim. Şaşırdınız mı? Şaşırmayın. Hala şaşıranlar varsa gitsin Celal Şengör okusun!