29 Mart 2016 Salı


SONUNA KADAR OKUNMADAN ANLAŞILMAYACAK BİR YAZI

Çetin Özek, fakültede hocamdı.

Kolunun altında ders kitapları ve Ceza Yasası, anfinin kapısından girer, geniş kürsüdeki masasına geçer ve ders sonuna kadar neredeyse hiç kalkmadan, bir konferanstaymış gibi tane tane anlatırdı dersi. R’leri söyleyemediği için tatlı bir pelteklikle konuşurdu. Mizah yönü güçlüydü hocanın. Bazen her hangi bir konuyu anlatırken verdiği tepkilerden espri mi yapıyor yoksa ironik bir eleştiri mi getiriyor anlayamadığımız için gülüp gülmemek arasında kararsız kaldığımız olurdu. Kısa boylu, tonton bir adamdı dışarıdan bakınca. Kalın gözlüklü camlarının arkasından gözleri adeta yuvalarından taşacakmış gibi görünürdü kimi zamanlarda.

Ceza Hukuku gibi son derece ağır ve sevimsiz bir dersi, öyle güzel anekdotlarla süsleyerek anlatırdı ki, anfi, dersin gerektirdiği mecburiyetten çok ilgi ve meraktan dolardı.

Hoca’yla okul bittikten sonra da birkaç kez görüşme fırsatımız oldu. İstanbul Barosu’nda Basın Hukuku Komisyonu’nun kuruluş çalışmalarına katılmıştım. 1999-2000 gibi olmalı. İstiklal Caddesi’nin sonunda Tünel’e doğru, şahane bir Salacak-Sarayburnu-Galata üçgenine hakim manzarasıyla çok şık döşenmiş bir daireyi home-ofis olarak kullanıyordu. Ağır bir sürmenaj geçirmiş, yeni yeni toparlanıyordu artık. Biraz daha yaşlanmıştı görmeyeli; ama muzip gözleri yerli yerindeydi.
Hocanın Basın Hukuku adlı kitabı, mesleği icra ederken basın ceza ve tazminat davalarında başvuru kitaplarımdan biri oldu uzun süre.

***

Üzerinden iki haftadan fazla zaman geçti. Sosyal medyanın hızı karşısında iki hafta tarih öncesine tekabül eder. Ama benim zihnimin bir köşesini işgal edip duruyor o twit işte. Hani Sırma Karasu isimli genç gazetecinin Hilal Kaplan’ı tahkir eden o çok çirkin benzetmesi…

Sırma Karasu’nun o çirkin benzetmesi öyle bir infial uyandırdı ki sosyal medyada, birkaç saat içinde belki de binlerce tepki mesajı paylaşıldı. Tepkilerin yoğunluğu karşısında Karasu önce hesabının ele geçirildiğini; Hilal Kaplan adına üzgün olduğunu yazdı. Sonra çalıştığı gazeteden kurumsal bir açıklama geldi; yazarın kendi yazarları olup olmadığını araştırdıklarını söylediler. Bu açıklamanın altına iliştirilmiş bir mesaj dikkatimi çekti. Aşağı yukarı şöyle bir şeydi; “Sırma Karasu’yu uzakta aramayın. Annesi Ayşe Özek Karasu Gazetenizin Genel Yayın Koordinatörü” diyordu. Sırma Karasu’nun twitter hesabına bakarak aşağı yukarı bir fikir edinmiştim. Doğrusu daha fazla araştırma yapma gereği de duymamıştım. Ama annesinin ismi tanıdık gelmekle birlikte yüzünü hatırlayamamıştım. Google’da bir tarama yaptım. Karşıma çıkan özgeçmişte Çetin Özek’in kızı olduğu yazıyordu. Hay Allah!

Merakım iyice arttı. Ayşe Özek Karasu’nun yazılarını okudum bir süre. Çok tatlı, yine mizah yüklü, damıtılmış bir kültürle pek çoklarının dikkatini çekmeyen incelikli meseleleri yine pek çoklarının görmediği açılardan yazan bir gazeteci… Üstelik çalıştığı gazetenin yöneticilerinden.

Şuncağızı da söyleyelim; Çetin Özek hoca, 12 Eylül Darbesi’nin gadrine uğrayanlardandı. 1402’liklerdendi, üniversiteden uzaklaştırılmış, sonra tekrar dönebilmişti. Bu yüzden bizim de öğrencisi olduğumuz yıllarda düşünce ve ifade özgürlüğüne özel önem atfederdi.

İmdi, Çetin Özek’in torunu, o tatlı yazıların sahibi Ayşe Özek Karasu’nun kızı, müzik yazıları yazan (burası önemli, herhangi bir sanat dalında yazan birinin sofistike, incelikli, medeni olmasını bekliyor insan) Sırma Karasu o iğrenç benzetmeyi yapabilmişti işte!

Ama nasıl olur?

Sorunun cevabını kestirmeden, “Beyaz Türklerin” her türlü özgürlüğü kendileri için istediklerini söyleyerek verebiliriz. Hızımızı alamadığımızda, daha pek çok sosyal, psikolojik tahlil de yapmak mümkün. Bu yorumlama bu kez içime sinmiyor, bilmem neden?

***

Aynı günün akşamı, çalıştığı gazete, Sırma Karasu’nun yazılarına son verdiğini duyurdu. Genç gazetecinin yaptığı hatanın bedelini ödediğini düşünüp huzura ermek de mümkün… Hayır, benim için öyle olmadı. O günden beri konu zihnimde dolanıp duruyor. Oysa o gün, sosyal medyada konuyla ilgili tek bir yorum yapmamıştım.

İnsanlık çizgisinde bir yerde kopan bir bağ var ve benim için bu “bağ”, birkaç twitle saf belirleyip öfkemi boşaltmaktan daha önemli.


Hala düşünüyorum Sırma Karasu öyle bir twiti nasıl yazar diye...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder