BAŞLIĞI BULUNAMAYAN
YAZILAR – 1
Bu
da Çiçek Hanım’dan yadigar olmalı; başlık koymadan yazıya geçemiyorum.
***
Çiçek hanım, hafif röfleli kumral saçlarını
abartısızca fönletmiş olurdu her zaman… Defter ve ders kitabını koltuğunun
altına sıkıştırmış halde sınıf kapısından girerken yüzünde aynı ciddiyet dururdu.
Hayır, Çiçek Hanım’ınki asabi bir ciddiyet değildi asla; güngörmüş, yaşını
almış, oturaklı bir ciddiyetti… Türkiye genelinde tanınan, varlıklı bir adamın
karısıydı; öğretmenliği zevk için yapar, maaş almazdı karşılığında. Bürokrasi
hazretleri mutlak vermiştir o maaşı da biz ne yaptığını bilmezdik. Sarı bir
vosvosu vardı, okulun bahçesinde arabayı gördüğümüzde anlardık Çiçek Hanım’ın o
gün dersi olduğunu. “Hoca” dedirtmezdi kendisine, “öğretmenim” demeliydik.
Okuma parçalarını seslendirme görevi, boncuk
boncuk terlememize yeterdi. E’leri uzatmaktan, şapkalı a’yı doğru telaffuza
kadar her detaya dikkat eder ve derhal düzeltirdi. 13 yaşındaydık ve ulu orta
kusurlarımızın düzeltilmesi hoşumuza gitmiyordu. Allah’tan Çiçek Hanım kimseye
iltimas geçmezdi de, eşitliğin verdiği güvenle daha az utanırdık.
Kompozisyon derslerini sarakaya almak
imkansızdı. Güzel ve akıcı Türkçesiyle karşısındaki öğrenciyi zarif bir şekilde
paylar; yaptığı arsızlığa bin pişman ederdi. Hoş, Çiçek hanıma, diğer
öğretmenlerimize yaptığımızın binde birini yapamazdık ama kazara yaramazlığa
yeltendiğimizde de cevabı pek ağır olurdu.
Sesini hiç yükseltmedi Çiçek Hanım bize…
Gerek kalmadı.
Kimseye iltimas geçmezdi geçmemesine de,
sevgisini biraz daha fazla izhar ettiği iki kişi vardık sınıfta; ben ve Özgür. İkimizin
de Türkçe derslerine ilgimiz, uyarılarını can kulağıyla dinlememiz hoşuna
giderdi. Özgür beyefendi bir çocuktu ama benim için “hanımefendi” nitelemesi
biraz abartılı bir iltifat olurdu. Çiçek Hanım’ın sevgisi ve güveni sırtımda
bir yüktü esasen… Yaramazlık yapmanın alamet-i farikamız olduğu, üstelik çene
yarıştırmada ve haytalıkta elebaşılık ettiğim günlerde, bu çok sevgili
Öğretmenimin güvenini sarsmamak için azami dikkat ediyordum. En azından
yakalanmamaya çalışarak! Eminim bunun da farkındaydı. Kim bilir, belki biraz da
bunun için seviyordu.
Bugün karşılaşsak muhtemelen karşısına çıkan
“ben”den pek hoşnut olmayacaktır. Sıkı Kemalistti çünkü. Sonraki yıllarda
basından takip ettiğim kadarıyla, mensubu olduğu aile de Kemalist sol
gelenekten geliyor.
***
Yazının
başına oturduğumda bambaşka konular dolanıyordu zihnimde. Başlığı bulsam sözcükler
nazlanmadan sökün edecekti biliyorum. Günlerdir kalbimin üzerinde taşıdığım o
kocaman taşı kaldırıp atacaktım. Hatta belki harflerle el ele verip nara atacaktık:
Kendinize gelin ey insanlar! Aklınızı
başınıza toplayın!
Tam
da Çiçek Hanım’ın istediği gibi kuracaktım giriş, gelişme ve sonuç bölümlerini…
Ama
olmadı, başlığı bulamadım.
Tecrübeyle sabit: Başlığı bulunamayan yazıların
sonuç bölümleri de bağlanmıyor.